30 Ocak 2025
Kurumsal iletişim, değişen dünya düzeninde her zamankinden daha kritik bir rol üstleniyor. Jeopolitik çalkantılar, ekonomik belirsizlikler, güven bunalımı, dijital dönüşüm ve sürdürülebilirlik talepleri, bu alanın yalnızca bir iletişim aracı olmaktan çıkıp stratejik bir yönetim fonksiyonu haline gelmesini sağladı.
BrandMap'in bu sayısında CommsMap'te, kurumsal iletişimcilerin 2025 yılında karşılaşacağı fırsatları ve meydan okumaları ele aldık. Konuyu daha geniş bir perspektiften değerlendirebilmek adına yazı içinde Mey|Diageo Kurumsal İletişim Müdürü Altuğ Ünüvar, Ford Otosan Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Lideri Burçak Türkeri, ÜNLÜ&Co Kurumsal İletişim ve Pazarlama Kıdemli Direktörü Levent Ulusoy ve Boyner Group Kurumsal İletişim Direktörü Selen Tokcan Hacaloğlu'nun da görüşlerine yer verdik.
Sektörünün önde gelen CCO'larının içgörürlerinden hareketle, 2025'te kurumsal iletişim dünyasının nasıl şekilleneceğini ve bu yeni dinamiklere nasıl adapte olunabileceğini daha geniş bir çerçevede ele alma fırsatı bulduk. Katkıları çok değerli. Hepsine içtenlikle teşekkür ediyorum, keyifli okumalar diliyorum...
Kurumsal İletişimciler 2025'e Hazır Girdiler mi?
2025 Gündemi ve 6 Temel Gerçek
2024 yılı, iletişimciler için tam anlamıyla bir dönüm noktasıydı. Jeopolitik çalkantılar, güven krizleri ve toplumsal belirsizlikler her alanda hissedilirken, iletişim dünyası da bu kasırgadan nasibini aldı. Aynı zamanda yapay zeka (Al), bilgiye erişimden hikaye anlatımına, kriz yönetiminden iç iletişim stratejilerine kadar tüm iletişim süreçlerini baştan sona dönüştürdü. Ve evet, bu dönüşüm nefes kesici bir hızla gerçekleşti.
Ancak şunu kabul etmeliyiz; trend dediğimiz şey artık eskisi gibi geleceği işaret etmiyor. Çünkü geleceğin trendleri, bugün yaşadığımız gerçekler haline geldi. Hızla değişen dijital dünya ve yapay zeka gibi teknolojiler, "yarının öngörüleri" olmaktan çıkarak günlük hayatımızın bir parçası oldu. Bu hız, iletişimcilerin geleneksel yöntemlerle yetinemeyeceğini açıkça gösteriyor.
Evet, güven ve itibar hala vazgeçilmez öncelik. Ancak iletişim dünyasında hayatta kalmak, bu iki temel üzerine modern araçlar ve stratejiler inşa etmeyi gerektiriyor. İşte 2025'e girdiğimiz bugünlerde, iletişim profesyonellerini bekleyen trendin ötesinde 6 temel gerçek:
Yanlış bilgi ile savaşta hazırlıksız olanlar kaybedecek
Yanlış bilgi ve dezenformasyon artık bir akademik terim değil; iletişim dünyasında her gün karşılaştığımız bir gerçeklik. Özellikle dijital çağda hızla yayılan sahte haberler ve manipülatif içerikler, markaların güvenilirliğini tehdit ediyor. Peki, ya markalar? Bu bilgi bombardımanı altında, güvenlerini korumak ve doğruyu savunmak için ne yapacaklar?
Her şeyden önce, 7/24 çalışan güçlü bir monitoring sistemine sahip olmak artık bir lüks değil, bir zorunluluk. Markalar, dijital platformlar dahil tüm mecralarda kendileriyle ilgili yayılan bilgileri anlık olarak takip etmeli, yanlış ya da yanıltıcı bir bilgi ortaya çıktığında bunu hızla tespit edebilmeli ve doğru bir şekilde yanıt verebilmeli. Ve burada itibar için en kritik konu, verilen yanıtların güvenilir ve tutarlı olması.
Bu noktada, markaların dijitaldeki varlıklarının ne kadar güçlü olduğu da çok önemli. Güçlü bir kurumsal web sitesi ve aktif sosyal medya hesapları, markaların kendi hikayelerini doğru ve etkili bir şekilde anlatabileceği en etkili araçlar.
Ancak dijital varlıklar kadar, markanın tarih boyunca özüne sadık kalmış olması da bir o kadar değerli. Geçmişteki söylemleri ile bugünkü eylemleri arasında tutarlılık sergileyen markalar, paydaşlarının güvenini kazanır. “Özü sözü bir marka”, yanlış bilgilere karşı verdiği cevaplarda çok daha kolay ikna edici olur. Bu da kriz anlarında paydaşların markayı çok daha inandırıcı bulmasını sağlar. Krizler sadece kapıyı çalmakla kalmaz, kapıyı kırabilir.
Kriz yönetimi, artık iletişimcilerin bir görevi değil, günlük hayatlarının ayrılmaz bir parçası. Jeopolitik ve ekonomik belirsizliklerin zirve yaptığı bu dönemde, dijitalleşmenin getirdiği zorluklar da krizleri çok daha karmaşık bir hale getirdi. Sosyal medyanın baş döndürücü hızı, yanlış bilgiyle anında başa çıkma zorunluluğu ve paydaşların artan şeffaflık beklentileri, kurumları sürekli bir güven ve itibar sınavına tabi tutuyor.
Ancak kriz anında paniğe kapılanlar değil, krizlere hazırlıklı olanlar itibarlarını daha iyi koruyabiliyor. "En iyi kriz yönetimi, kriz çıkarmamaktır” ilkesiyle hareket eden markalar, riskleri etkili bir şekilde bertaraf edebiliyorlar. Proaktif bir yaklaşım benimsemek, yalnızca krizleri önlemekle kalmıyor, aynı zamanda itibarın korunmasını da sağlıyor.
Bu süreçte liderlerin hazırlıklı olması birinci öncelik. Kriz yönetimi sadece bir iletişim becerisi değil, aynı zamanda bir liderlik sınavı. Doğru zamanda alınan cesur kararlar ve hızla paylaşılan net mesajlar, şirketin güvenini pekiştiriyor. Ancak unutulmamalı ki strateji olmadan hız, sizi doğrudan duvara çarptırır.
İtibarı korumanın anahtarı, krizlere karşı her zaman krizden bir adım önde olmaktan geçiyor. Medya ilişkileri dönüşürken paydaşlara ulaşmak zorlaşıyor.
Medya dünyası, dijitalleşmenin etkisiyle hızla dönüşüyor ve bu değişim, kurumsal iletişimciler için yeni meydan okumalar yaratıyor. Geleneksel medya platformlarının etkisi azalırken, Linkedin, TikTok, Instagram, podcast'ler ve mikro-influencer'lar yeni medya düzeninin güçlü aktörleri haline geldi. Bu dönüşüm, markaların mesajlarını iletme biçimlerini yeniden düşünmelerini ve köklü değişiklikler yapmalarını zorunlu kılıyor.
2025, medya ilişkilerinin tamamen yeniden tanımlandığı bir yıl olacak. Kurumsal iletişimde artık tek bir basın bülteni ya da geleneksel yöntemlerle etkili olmak mümkün değil. Şirketlerin farklı paydaş gruplarına ulaşabilmek için çok kanallı, esnek ve hedef odaklı bir yaklaşım benimsemesi gerekiyor. Dijitalleşmenin getirdiği karmaşıklık, doğru kanalların seçilmesi ve bu kanallar üzerinden güçlü ilişkiler kurulmasını her zamankinden daha kritik hale getiriyor.
Yeni medya düzeninde paydaşlara ulaşmak sadece içerik üretmekten ibaret değil; onların ilini konuşabilmek, ihtiyaçlarını anlamak ve samimi bir şekilde bağlantı kurmayı gerektiriyor. Bu, sadece mesajı ulaştırmak değil, aynı zamanda güven ve itibar inşa etmek anlamına geliyor.
Kurumsal iletişimciler için başarı, bu dönüşümde yalnızca ayak uydurmak değil, aynı zamanda sürecin bir adım önünde olmaktan geçiyor. 2025'te İletişimde fark yaratmak isteyen markalar, paydaşlarıyla olan ilişkilerini çok boyutlu bir şekilde ele almak zorunda. Geleneksel medya alışkanlıklarına tutunmak, bu hızla değişen dünyada iletişim stratejilerini zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacak.
İnsanlar yapay değil, gerçek hikayeler istiyor
Yapay zeka (Al), hem görsel hem de yazılı içerik üretiminde devrim yaratıyor ve kurumsal iletişimciler için eşsiz fırsatlar sunuyor. İşlerimize yapay zekayı entegre etmek, hız ve verimlilik açısından büyük bir avantaj. Ancak bu teknolojiyi yalnızca bir araç olarak görmek ve o noktada tutmak önemli. Çünkü yapay zekanın sağladığı kolaylıklar ne kadar etkileyici olursa olsun, iletişimde samimiyet ve insan dokunuşu hala vazgeçilmez bir değer olmaya devam edecek.
Burada kritik olan, dengeyi doğru kurmak. Gerçek fotoğraflar, gerçek hikayeler ve insana dokunan mesajlar, yapay zekanın ürettiği içeriklerin ötesinde bir samimiyete sahip. İnsanlar, algoritmaların değil, insanların paylaştığı özgün hikayelerle duygusal bağ kuruyor. Gerçek hikayeler, hayattan gerçek kesitler, paydaşların güvenini kazanmanın ve markayı farklılaştırmanın en güçlü yolu.
Teknolojiyi akıllıca kullanmak önemli, ancak unutmak gerek ki en güçlü iletişim aracı, her zaman samimiyet ve özgünlük olacaktır.
Sürdürülebilirlik bir trend değil, temel bir gereklilik
Sürdürülebilirlik, artık yalnızca bir iletişim stratejisi ya da güzel bir kampanya teması değil; çalışanlara, paydaşlara, topluma ve gezegene gerçek bir katkı sunmanın yolu. 2025 yılında da sürdürülebilirlik, kurumsal iletişimin en önemli gündem maddelerinden biri olmaya devam edecek.
Ancak toplum ve paydaşlar, sürdürülebilirlik adına verilen boş vaatlerden ve göstermelik projelerden sıkılmış durumda. İnsanlar artık markalardan "daha yeşil" görünmelerini değil, daha etkili olmalarını bekliyor. Bu nedenle, sosyal sorumluluk adı altında yapılan sembolik çalışmalar yetersiz kalıyor. Bu projeleri bir adım öteye taşıyarak somut, ölçülebilir ve uzun vadeli sosyal etki projelerine dönüştürmek gerekiyor.
2025, yalnızca söylem zamanı değil, eylem zamanı olacak. Sürdürülebilirlik söylemleriyle değil, anlamlı ve ölçülebilir sonuçlarla fark yaratmayı başaran markalar, paydaşlarının güvenini kazanarak geleceğin kazananları olacak.
Çalışan markası ile itibarı içeriden inşa etmek
2025'te de güçlü bir çalışan markasına sahip olmak, şirketlerin itibar yönetiminde en kritik unsurlardan biri olmaya devam edecek. Çalışanlar artık yalnızca birer ekip üyesi değil, aynı zamanda markanın en etkili sözcüleri ve savunucuları. Bu nedenle, iç iletişim stratejileri yalnızca bilgi paylaşımını değil, aynı zamanda çalışan bağlılığını, motivasyonunu ve markaya olan aidiyeti artırmayı hedeflemeli.
Çalışanlar, markanın değerlerini içselleştirip bu değerleri dış dünyada temsil ettiğinde, markanın itibarına doğrudan ve güçlü bir katkı sağlıyor. Bu sürecin başarısı için kurumsal iletişimcilerin liderliği kritik bir rol oynuyor. Çalışanların sesine kulak veren, geri bildirimlerini dikkate alarak bunları kurum stratejilerine entegre eden bir iletişim yaklaşımı, güçlü bir çalışan markası oluşturmanın temelini oluşturuyor.
2025 Kurumsal İletişimcilerin Yılı Olacak
Kurumsal iletişimciler, 2025 yılında şirket içindeki stratejik önemlerini daha da artıracak. Dijitalleşme, krizler ve paydaş beklentilerinin bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde, iletişimciler yalnızca şirketlerin sesi değil, aynı zamanda stratejik yol haritalarını şekillendiren kilit oyuncular pozisyonunda.
İletişim bölümleri artık yalnızca bir mesaj taşıyıcısı değil; şirketlerin itibarını yöneten, riskleri öngören ve fırsatları değerlendiren bir stratejik akıl merkezidir. Bu nedenle, iletişim fonksiyonu, yönetim kurullarında güçlü bir şekilde temsil edilmeli ve icra kurullarında da hak ettiği yeri almalıdır. İletişimcilerin en üst düzey karar alma mekanizmalarında yer alması, markaların sadece krizlere karşı dayanıklılığını artırmakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadeli başarılarına da yön verir. İletişimi stratejik bir öncelik olarak gören kurumlar, gelecekte rakiplerinin bir adım önünde olacaklar.
2025, tüm zorluklarına rağmen, kurumsal iletişimcilerin yılı olacak. Çünkü iletişim, işin kalbi ve markaların sürdürülebilir başarısının anahtarı.
Mey Diageo Kurumsal İletişim Müdürü
Kurumsal İletişimciler Derneği YK Üyesi
"Şirketler, markalarını tüketicilere yakınlaştırmak ve anlaşılır kılmak için hikayelerini mümkün olan en güçlü biçimde anlatmaya çalışacak"
Dünya sürekli bir devinim içerisinde değişiyor ve gelişiyor. Teknolojik ve ekonomik gelişmeler, birkaç yıl önce yaşadığımız pandemi gibi tüm dünyayı derinden etkileyen değişimler ve bunun gibi daha birçok sebepten dolayı bu hızlı değişime ayak uydurmak artık kaçınılmaz bir beceri haline geldi. Sevgili Murat Göllü'nün de sıklıkla vurguladığı "İletişim işin kalbi" ifadesinden hareketle, bu değişimin beraberinde getirdiği dönüşümü erkenden fark etmek ve iletişimde yeni trendleri etkin şekilde uygulamak bu dönemde kritik bir öneme sahip. Karşımıza birkaç başlık çıkıyor: Teknoloji, sürdürülebilirlik, hikayeleştirme ve samimi iletişim...
Son yıllarda özellikle de pandemiyle birlikte büyük bir ivme kazanan teknoloji, bir diğer adıyla dijital dönüşüm, her alanı olduğu gibi iletişimi de direkt olarak etkiliyor. Bunun üzerine bir de yapay zeka teknolojileri eklendiğinde, kurumsal iletişim alanında dijital dönüşüm ve yapay zeka destekli iletişimin daha da önem kazanacağını tahmin etmek zor değil.
Sürdürülebilirlik öne çıkan bir diğer konu. Son yıllarda olduğu gibi 2025'te de iş hayatının önemli bir parçası olacağa benziyor. Sürdürülebilirlik konulu çalışmaların eskisi gibi sadece çevresel eylemlerle sınırlı kalmadığı bir dönemdeyiz. Gelişen kollektif bilinçle birlikte, sosyal konuların da sürdürülebilirlik altında toplandığını görüyor ve deneyimliyoruz. Şirketlerin/markaların çevre-sosyal-yönetişim üçgeni içerisinde şekillenen sürdürülebilirlik konularını inanarak benimsemesi ve buna göre çalışmalarını biçimlendirmesi gerekecek. Tabii bu konuların etkili ve düzenli iletişimle desteklenmesi de her zamankinden daha önemli olacak.
Yeni ve eski jenerasyonun dünya görüşleri ve değerleri birbirinden çok farklı. Mesela, şirketlerle/markalarla bağ kurma ihtiyacı... Geçmişte tüketiciler karar sürecinde fiyat ve değer dengesi gibi somut unsurları dikkate alırdı. Günümüzde ise tercih söz konusu olduğunda şirketlerin/markaların hikayesine inanmak, ikna olmak istiyorlar. Bu nedenle de hikayeleştirme önem kazandı; hatta ben bu konunun 2025'te kurumsal iletişimin temel unsurlarından biri haline geleceğini düşünüyorum. Şirketler, markalarını tüketicilere yakınlaştırmak ve anlaşılır kılmak için hikayelerini mümkün olan en güçlü biçimde anlatmaya çalışacak.
Ve tabii, son olarak samimi iletişimi unutmamak gerek. Özellikle pandemiyle gelen bir değişim de İletişimde samimiyetin ve güvenin giderek artan rolü. Günümüz tüketicisi, markaların daha şeffaf ve etik bir şekilde iletişim kurmasını talep ediyor. Hatta liderlerden de samimi ve şeffaf bir iletişim modeli bekliyorlar. Çünkü artık "-mış gibi" yapılan her şeye karınları fazlasıyla tok. Ayrıca bu konu, şirketlerin itibarını güçlendirmek için de olmazsa olmazlardan... Bu nedenle şirketlerin/markaların, İletişimlerinde yer vereceği 3$ (Sorumlu iletişim, Sağduyulu iletişim, Samimi iletişim) 2025'te de büyük bir öneme sahip olacak.
Özetlemek gerekirse; teknoloji, sürdürülebilirlik, hikayeleştirme ve samimi iletişimin trend olarak öne çıkacağını düşündüğüm 2025 yılında, biz kurumsal iletişimcilere yine büyük işler düşüyor.
Ford Otosan Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Lideri
"2025 yılı, insan odaklı iletişimin ve bireysel hikayelerin markaların en güçlü silahı olduğu bir dönem olacak"
Post-Reality (gerçeklik sonrası) Çağında İletişim: Gerçeklik Arayışında Güven İnşası
2025'te iletişim dünyasında yalnızca hakikatin değil, "gerçeklik algısının" da sürekli sorgulandığı bir dönemdeyiz. Artık, markalar için doğruyu söylemek yeterli değil. İnsanlar, gördüklerinden çok hissettiklerine güveniyor. Post-truth çağının ötesine geçerek, post-reality dönemine adım atıyoruz. Bu yeni dönemde, güven inşası yalnızca şeffaflıkla değil, gerçeklikle birebir örtüşen samimi anlatılarla mümkün olacak.
Sosyal medya, yapay zekâ ve deepfake gibi teknolojiler, gerçeği eğip bükebiliyor. Algoritmalar, kullanıcıların yalnızca kendi inançlarını doğrulayan içerikleri görmesine neden olurken, bilgi balonları içinde sıkışan bireyler farklı bir gerçeklikle temas etme fırsatını kaçırıyor. Bu, bireylerin markalara olan güvenini sarsıyor. İnsanlar artık, markaların ne söylediğinden çok, kriz anlarında nasıl davrandığına ve topluma nasıl katkı sunduğuna odaklanıyor. Bu çağda güven; vaatlerle değil, sahadaki gerçek eylemlerle inşa ediliyor. Artık şirketlerin sözcülerinden çok, çalışanlarının hikayeleri ön planda. Çünkü insanlar, bir markanın çalışanına, CEO'suna ve sahadaki temsilcisine güven duyuyor. Toplum, markaların sahiciliğini, o markayı oluşturan bireylerin samimiyetiyle ölçüyor. 2025 yılı, insan odaklı iletişimin ve bireysel hikayelerin markaların en güçlü silahı olduğu bir dönem olacak. Güven inşa etmek için şunlar kritik olacak:
+ Şeffaflık ve Samimiyet: Yanıltıcı olmayan, açık ve içten anlatılar.
+ Toplumsal Fayda Yaratmak: Sadece ticari değil, sosyal sorumluluk alanında aktif rol almak.
+ Gerçek İnsan Hikayeleri: Çalışanların başarıları, deneyimleri ve katkılarından oluşan gerçek hikayeler.
Post-reality (gerçeklik sonrası) döneminde markalar, gerçeklikle bağ kurmaya çalışan bireylerin yanında yer almalı. Güven, yalnızca bir strateji değil, markaların her gün yeniden inşa ettiği bir köprü olacak.
ÜNLÜ&CO Kurumsal İletişim ve Pazarlama Kıdemli Direktörü
"Markaların hakiki ve samimi bir şekilde toplumsal sorunlara duyarlılığını hikayeleştirme becerisi, uzun vadeli bir itibarın temelini oluşturuyor"
2025 yılının ilk günlerinde kurumsal iletişim, fırsat ve zorlukların bir arada olacağı bir geleceğe hazırlanıyor. Geçmişe göre çok daha hızlı değişkenlik gösteren küresel ve yerel gündem, şeffaflık ve itibara dayalı bir iletişim stratejisi benimsemeyi her zamankinden daha kritik hale getiriyor.
Markaların hakiki ve samimi bir şekilde toplumsal sorunlara duyarlılığını hikayeleştirme becerisi, sadece paydaşlarıyla bağlarını güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda uzun vadeli bir itibarın temelini oluşturuyor. Toplum ve paydaşlarla kurulan bu bağı oluşturabilmeyi, iletişimciler için adı konmayan bir hedef gibi düşünebiliriz. Ancak bu süreçte, iletişim faaliyetlerinin bazen yapılan işin kendisinin önüne geçmesi gibi bir tehlike de var.
Diğer bir önemli tema olan yapay zeka ise kurumsal iletişim için yenilik ve riskleri bir arada getiriyor. Bir yanda operasyonel verimliliği artıran, içerik üretim sürecini hiç olmadığı kadar hızlandıran yenilikler; diğer yanda ise özgünlük ve insani dokuyu kaybetme riski öne çıkıyor. Bu durumun iletişimcilerin önündeki büyük ikilemlerinden biri haline geldiğini söyleyebiliriz. Yapay zekayı iş süreçlerine entegre ederken özgün duruşlarını koruyabilen markaların rekabete göre öne çıkacağını göreceğiz. Yapay zeka araçlarının iletişimcilerin kariyer gelişiminde de etkisini göstereceğine inanıyorum.
Kurumsal iletişim fonksiyonunun, yönetimde etkin temsil ihtiyacı da giderek artıyor. Kurumsal iletişim, sadece belirli mesajlar ulaştırmaktan ibaret değil; şirketlerin değerlerini yansıtan ve stratejik kararlara rehberlik eden, bir nevi "vicdan" rolü üstleniyor. Bu stratejik rolü yönetim ve karar süreçlerinde daha etkin kullanmak, şirketlerin uzun vadeli hedeflerine sağlıklı bir şekilde yelken açmasını sağlıyor. Bunun olmadığı durumlarda ise beklenmedik krizlerin gemiyi rotasından saptırdığını hep birlikte görüyoruz.
Boyner Grup Kurumsal İletişim Direktörü
"Şirketlerin artık sadece başarıları değil, zorlukları ve aksaklıkları da paylaşarak şeffaflığa öncelik vermesi gerekiyor"
Yeni bir yıl, dönüşüm ve beraberinde yeni döneme uygun tasarlanması gereken stratejik iletişim planları... İçinde bulunduğumuz sektör, teknolojideki ve tüketici davranışlarındaki değişimler, artan şeffaflık ve özgünlük talebi nedeniyle önemli bir dönüşüm geçirdi ve bu süreç 2025'te de artarak devam edecek. Şirketler artık kaçınılmaz olarak paydaşlarıyla daha anlamlı ve stratejik diyaloglar inşa etmeli.
Tam da bu nedenle yeni senede stratejik planlarımızı oluştururken neleri önceliklendirmemiz gerektiğine, gelin birlikte bakalım...
Asla ıskalanmayacak bir öncelik: Yeni medya
Her ne kadar geleneksel medya kanalları günümüzde halen etkinliğini korusa da önümüzdeki dönem yeni medya kanallarının kullanımı konusuna çok daha etkin bir erişim için kafa patlatmamız gerekiyor.
Artan yapay zekâ kullanımı, birbirini tekrar eden çözüm önerileriyle prototip stratejileri önümüze getirirken hem bunlardan faydalanmayı ıskalamamalıyız hem de yeni açılımlar, döneme uygun taktiksel yaklaşımlar geliştirmek için uğraşmalıyız.
Tekrara düşen işler çöpe gider
Gittikçe artan özgünlük talebi yeni boyutlara ulaştı. Paydaşlar, şirketlerin özellikle kriz dönemlerinde iletişimlerinde açık ve dürüst olmalarını bekliyor. Şirketlerin artık sadece başarıları değil, zorlukları ve aksaklıkları da paylaşarak şeffaflığa öncelik vermesi gerekiyor. Zamanın ruhunu, güven ve inandırıcılığı teşvik eden samimi iletişim stratejileri tasarlamadan yakalamak mümkün değil.
Bu noktada artık yeni hikayeler kurgulamak bizim önceliğimiz haline geliyor. Şirketlerin değerlerini ve amaçlarını vurgulayan bu yeni hikayeler sayesinde duygusal bağları kurabiliriz. O halde eski hikayeleri bir kenara bırakma zamanı!
Çok kanal iyi kanal
Yeni dönemde hedef kitleye etkili bir şekilde ulaşmak için geleneksel ve dijital kanalların bir karışımını kullanmak, hibrit iletişimi tercih etmek mecburiyetindeyiz.
Webinar, podcast, forum ortamları, bloglar, çoklu whatsapp grupları, sosyal medya mecralarını doğru tercihlerde bulunmak için çok iyi izlemeli ama konvansiyonel medyayı da ihmal etmemeliyiz. Varlığımızı çeşitlendirirken, mesajların kaybolmasından değil, bilakis mesajların kitlelere göre ayrıştırılarak çok daha net bir şekilde aktarılmasının sağlanacağını unutmayalım.
Paydaş katılımına odaklanmak
"Müşteri veli nimettir" sözü, hiç bu kadar gerçekçi olmamıştı.
Tüketici artık sattığınızı değil, neden sattığınızı satın alıyor. Bana, çevreme, topluma ne sunduğuna bakıyor. Sosyal sorumluluk projeleri, demode bir tanım artık. Bir proje değil, bir yaklaşım olarak benimsenmesi gereken sorumluluk kavramı, kurum kültürüne göre belirli başlıklar benimsenerek, gerçekçi adımlarla desteklenmeli.
İlle de kapsayıcılık, ille de eşitlik!
Kucak açan, her kesimi kapsayan, eşitlikçi bir dil kurumlarımızı yarınlara taşıyabilmek için olmazsa olmaz anahtarımız. Sürdürülebilirlik ilkelerini hesaba katarak, bu ilkeler nezdinde proje geliştirmek hem içeride hem dışarıda önemli bir fark yaratacak.
Çalışanlarının her birini marka elçisi olarak konumlandırmayı becerebilen kurumlar mutlaka diğerleriyle pozitif ayrışacak. Bu proaktif yaklaşım sadece marka itibarını artırmakla kalmayacak, aynı zamanda daha adil bir topluma da katkı sağlayacak.
Kierkegaard'ın bir zamanlar söylediği gibi, "Yaşam sadece geriye bakarak anlaşılabilir; ancak ileriye doğru bakarak yaşanmalıdır."