Hızı, bir yönetim parametresi olarak kullanmak etrafınızdaki herkese daha çabuk hareket etmeleri için talimat vermek anlamına gelmez.
Hele yavaşlama kültürünün, hem iş dünyası hem de toplumsal hayatta sıklıkla işlendiği bu dönemde. Hızın organizasyon yönetiminde asıl işlevi takımları atalete sürükleyen rehavetin yerleşmesini engellemesidir.
‘’Krizle yönetmek’’, ‘’korkuyla yönetmek’’, ‘’dolaşarak yönetmek’’ gibi birçok yönetim tarzı içinde, yaşamakta olduğumuz bu devirde kendimce en uygun bulduğum yaklaşım ‘’hızı kullanarak yönetmek’’tir.
Yüksek “değişim hızı”nın, yüksek "intibak hızı" gerektirdiği bir dönemden geçiyoruz. Bunu beceremeyen şirketler atalet içinde geride kalıyorlar. Yavaş yavaş öldükleri için de bunun farkına bile varmıyorlar.
Değişimin perde perde değil, süreklilik arz eden bir şekilde devam ettiği bir dünyada ‘’tez canlılık’’ diye çevirebileceğim ‘’sense of urgency’’ artık bir tavır ya da karakter özelliğinden çok sahip olup geliştirilmesi gereken bir yetenek ve bu anlamıyla da rehavet diye çevirebileceğim ‘’complaceny’’nin panzehiri.
Eğer işinizde, piyasadaki gelişmeler, trendler gibi harici önceliklerden çok şirket içi konuları tartışıyorsanız, eğer ekip olarak detaylı Power Point sunumları hazırlamak için saatlerce uğraşıyorsanız ve yoğun toplantı takviminiz sebebiyle bir türlü önemli konuları hemen konuşmak için zaman yaratamıyorsanız, rehavet tehlikesine karşı savunmasız bir hale geliyorsunuz demektir.
Peki bir ekipte tez canlılığı nasıl geliştirebiliriz? Öncelikle nasıl geliştiremeyeceğinizi söyleyeyim: Toplantılarda sağa sola ‘’daha çabuk’’, ‘’haydi arkadaşlar daha hızlı’’ diye gaz vererek bunu başaramazsınız. Böyle davranarak başaracağınız tek şey gereksiz yere takımın stres seviyesini artırmak olacaktır. John P. Kotter ‘’A Sense of Urgency’’ adlı kitabında konu ile ilgili 4 metot sıralamış:
1. Şirketinizin dışındaki dünyada neler olduğundan haberiniz olsun
‘’Biz en iyisini nasıl olsa yaparız’’ tavrının getirdiği körlükten, dış dünyanın insanlarını, görüntülerini, seslerini, nesnelerini ve de en önemlisi verilerini kapıdan içeri davet ederek kurtulabilirsiniz.
2. Tez canlı olmayı günlük hayatınıza sokun
Ekibinize örnek olun. Kendinizin ne kadar hızlı karar aldığınızı, ‘’şimdi’’ kelimesinin davranışlarınıza ne kadar hakim olduğunu gözlemleyin. Belki de doğru yaklaşım benim ‘Sabr-ı Tezlik’’ ya da ‘’Tez Sabırlılık’’ diye çevireceğim ‘’Urgent Patience’’ kavramıdır. Şöyle açıklayabilirim bu kavramı: Her gün tez canlılıkla hareket etmekle birlikte, sonuca ulaşılması için gerekli olan zamanla ilgili gerçekçi beklentilere sahip olmak. 5 sene sonra alınabilecek bir sonuç için yarın değil bugün harekete geçmek. Yani karar almanın hızıyla, sonuçların gelmesinin hızının aynı olmadığının farkında olmak ama her halükarda çok hızlı bir şekilde gelişmelere ayak uydurabilmek.
3. Krizleri gerçek bir tez canlılık, hızlı intibak vesileleri haline getirmek.
ve son olarak da;
4. Ayak bağı oluşturan kişi, sistem ve süreçleri etkisiz hale getirmek.
‘’A Sense of Urgency’’ kitabında John P. Kotter der ki: ‘’Hayırcıları sakın göz ardı etmeyin. Değişimin ve adaptasyonun önüne setler çeken bu kişilere (toksik çalışanlar da deniyor ama ben bu terimi sevmiyorum. Ayak bağı daha uygun bir tanım bence) üç şekilde yaklaşabilirsiniz: a) Onların dikkatini başka konulara yönlendirin, b) organizasyondan uzaklaştırın ya da c) değişim yanlısı diğer takım üyelerinin onları etkileri altına alacağı ortamlar yaratın. Yani bu menfi düşünen arkadaşlara karşı bir mahalle baskısı oluşmasını sağlayın.’’
Kısacası kurumsal yaşamdaki 5. senemde aldığım ders şu olmuştur:
‘’ Gerçek tez canlılık (sense of urgency), kaybetme endişesinden değil, başarma inadından doğar’’
John P. Kotter
Bir sonraki makale: 8 numaralı ders: ‘’Ne kadar profesyonel olduğunuzu işinizi ne kadar sahiplendiğiniz ve başarı için hazırlığa ne kadar önem verdiğiniz gösterir’’